Her şey kendi içinde bir inceliğe ve derinliğe sahiptir. Hiçbir şey basit, kaba veya gelişigüzel değildir. Hayatın sunduklarına verilen karşılıklarda davranışların dili ne kadar incelik ve derinlikten uzaksa hakikate gösterilen direnç o kadar büyüktür.
Kadim bilgi, “yapabildiğinin en iyisini yap” der. Burada gereklilik, mecburiyet, zorluk ya da kolaylık yoktur. Her şey o anın iradesinde, o anın doğasına göre işler ve insan buna uyum sağlayabildiği ölçüde tatmini yakalar. Emekleyen bir bebek yürüyemediği için eksik görülebilir mi? Ya da bu bebek sadece emekleyebildiği için yürümeye olan azmini bırakır mı? Elbette koltuk kenarlarında sıralamaya devam edecek ve bir üst seviyeye geçmek için olanca gayret ve heyecanıyla çalışacaktır. Bu hayatın büyük sırrıdır; elindekini, zihnindekini, kalbindekini, bedenindekini her ne ise en iyi şekilde işletmek, onu onurlandırmak demektir ki, bu sayede insan kendini onurlandırır.
Bir şeyin hakkını vermek, kendine kendi hakkını vermek demektir. Olanda hata yoktur. Her şey gibi insan da o an bulunduğu yerinde, tam zamanında, tam ve mükemmeldir. Bu iş, ilişki, hastalık, kayıp, duyulan huzur veya huzursuzluk durumlarında dahi, öyle hissedilmese de her zaman böyledir. Aslında buradaki konu tüm bunların hakkını nasıl verdiğimiz, onları nasıl cevaplandırdığımızdır. İnsan, kendine öğretildiği ve birşeyleri sorgusuzca kabullendiği enerjiyle, dışarıya bağımlıyken bunu yapamaz. Bunu ancak “yapabildiğinin en iyisini yapabilme” isteği karşılar. Yani içindekini en iyi haliyle dışarıya aktarma isteği. İnsan bunu yakalayabildiğinde asıl ifadesine kavuşmuş olur. Onun farkında olmadığı, fakat en doğal arzusu bu kavuşmadır. Bu aktarımda/ifadede dışarıyla olan alış verişte herhangi bir limit yoktur. Birey, aktarma ihtiyacı için dışarıyı kanal olarak kullanır.
Öz, hakiki tatminin kaynağını bilir. Burada görevden/gereklilikten çok öte, hayati bir sorumluluk vardır. Orada ve o anda kişinin kendine sorumluluğu hayatın büyük işleyişi olarak dışarıya çıkar ve bu işleyiş tüm hayatı dönüştürebilen nitelikte yaşam sürecine yansır. Bu sıçramadır. Görünebilir, anlaşılabilir, adlandırılabilir olanın ötesindeki yaratılışın ince ve derin yapısı, elbette yine algılanabilir olmayacaktır. Sıçrama, insanın elinde o anda doğal olanı incelikle ve derinlikle işlettiğinde yaşanabilir olur. Sıçrama, yaşamda fark yaratır, yaşamı onurlandırır, ince ve derin olanın gücü ile insan hazır, huzurda ve uyanıktır. O kendini, ne yaptığını, ne duyduğunu ve ne söylediğini bilir. O, olasılıkların ışığını tanır.