Düşüncelerinin görünmüyor olmaları, ağırlıklarının olmadığı anlamına gelmez. Kelimelerle düşünürüz ve her kelimenin kendi ifadesinde bir ağırlığı vardır.
Kelimelerle oluşturduğumuz her düşünce peşi sıra bir duygu yaratır. Duygular, düşüncelerin bedendeki karşılıklarıdır. İfade edilmeyen, içinden geçilmeyen, bütünlenmeyen, başka bir deyişle daha yüksek bir forma dönüştürülmeyen her duygu bedende kendine bir yer edinir. Dönüştürülmeyen, bırakılıp yenilenmeyen duygu birikir. Zihnin aynı düşünceyi tekrarıyla, yeniden ortaya çıkan duygular beden haritasındaki meridyenlerde biriktikçe ağır yükler haline gelirler.
Bedendeki her bir meridyenin, o meridyendeki tıkanıklığın ve o meridyende dolaşan nefesin yol alışının kendilerine özgü dili vardır. Bu dil, -şu -şudur kalıplarıyla ifade edilmez, formülize edilemez. Her birinin kendi içlerinde birebir ve bütünsel ifade ettikleri mesajlar vardır. Ağırlıkları indirdikçe yüklerin altındaki rehberlik, meridyenlerdeki tıkanıklık açıldıkça limitlerin ötesindeki mesajlar ortaya çıkmaya başlar. Duygu yüklerinin dili vardır ve bu dili ehil olmayan, eğitilmemiş zihin bilmez. Bu dili bilen ve anlatan bedendir. Beden asla yalan söylemez. Zihnin yalanlarla, kıyaslayarak, erteleyerek, bahaneler uydurarak onu koşulladığı dilden anlamaz. Açıkçası beden idare edemez. Bu onun yaradılışına aykırıdır, onun ihtiyacı, İlahi Zihne hizmet etmek, Ruh’un aracı olmaktır. Bedenin dilini duyabilmek için zihnin dönüşümü, eğitimi ve şuurluluk şarttır.
Gerçek öğrenme, bedenin yüklerinden arınması ve beden farkındalığı ile mümkündür.