Kaybolduğun yerde bulursun kendini, çözümünü çatışmanın tam özünde.
Renklerini unuttuğun yerde oyalanırsın belki bir süre siyah belki de beyazın içinde.
Kimin iyisi, kimin kötüsü? Sahi renkler bile göreceliyken, neye göre siyah, neye göre beyaz? Deneyim olmadıktan, içindeki mutluluğu bulmadıktan sonra, korkuyla öfkeyle çırpınırken neye yarar hayat?
Aklın bir karış havada, öylesine geçer mi bir ömür?
Işık gördüğün karanlığı, karanlık dediğin aydınlığı tutar içinde. Geç bu ikilikten, ötesinde bir Sen varsın Sen’den içeri; Gir kapından.
Kimin seçimi, kimin koyduğu isim diye sor; bunu kim söyledi? Sen söylemediysen senin değil. Kalbinden duyurulmadıysa sana, akmıyorsa damarlarında, coşturmuyorsa bedenini, ferahlatmıyorsa ruhunu, akıtmıyorsa gözünden gönül yaşlarını… Senin değil! Acıyorsa için hala, Sen yoksun orada.
Acı perdesini kaldır ve gör kendi renklerini. Sakladığın yerde duruyorlar hepsi, onları nerede unuttuğunu hatırla! “Hatırladığın An”, tam o anın içinde bulacaksın özlediğin Sen’i bir daha bırakmamacasına.
Ve yeniden keşfet sana özel, kendi yaşamını; hissettiklerin, öğrendiklerin, yaşadıkların, düşüp düşüp kalktıkların cebinde. Hepsi birer hazine. Bir daha unutmaman için aslını, yuvanı, kendini terk etmemen için zamanın özünden birer hediye.
Yaşam doya doya yaşaman için sunulmuş bir kaynak. Doyamıyorsan, emin olamıyorsan, rahat değilsen, sanki kayıyorsa ayağının altındaki zemin, kendini kaynağından uzak sandığın için.
Evlerini arayanlar, kayboldukları yere döndüklerinde evin zaten hep orada olduğunu hatırlarlar. Ve bu kez geldikleri yoldan ellerinde hazinelerle dönerler.