Zamların insan algısında neyi ifade ettiğini hiç düşündünüz mü?
Artık biliyoruz; karşımıza çıkan her şeyin algımızla ilgisi tartışılmaz, zira zihnimizde yeri olmayan hiçbir şey hayatımıza geçmez. Peki nedir zammın algımızla ilgisi?
Bazılarımızın vermekle başı dertteyken, bazılarımızın da almakla başı derttedir. Veren almak konusunda yetersizdir, alan da vermek konusunda. Sürekli alanlar verenleri, verenler ise sürekli alanları bulur. İşte bu dengesizlik, hayatlarımızda karşılıklı gerçekleşen tüm düzenin dengesizleşmesine sebep olur.
Dış dünya, iç dünyamızın aynasıdır. Bu dengesizlikle, işle, parayla, aileyle, eğitimle, eşle, partnerle ya da sosyal hayatla ilişkilerimiz zamlıdır. Terazimizin kefelerindeki dengesizlik işlerimize ve tüm hayatımıza yansır, özünde alırken de verirken de zammı uygulayan aslında bizizdir. Esasında almak ve vermek özlerinde birdir. Daha da derin bakacak olursak; bizler sadece Yaradan’dan alabiliriz, onun bize bahşettiği enerjiyi yeti ve eylemlerimizle ortaya çıkardıklarımızla yansıtırız. Ondan aldıklarımızı vererek, ifade ederek, yaratıcılığımızla ortaya çıkararak kendimize yaşamı gerçekten deneyimleme fırsatını yaratan ya da ömürlerimizi çürütebilecek olan yine kendimiziz. Çok sevdiğim bir cümlenin söylediği gibi; “İnsan iki kez doğar, önce annesinden sonra kendisinden. İlki hayata gelmektir, ikincisi hayat bulmak.”
Zarar, adaletsizlik, zam deyince, işin kaynağı her zaman olduğu gibi yine insanın çocuk kalmaktaki ısrarındadır. İnsan almayı ve vermeyi dengelemedikçe büyüyemez. O, almayı ve vermeyi dengeye getirmek için önce çocuk tarafını görmeye ve onu büyütmeye gönüllü olmalıdır. Beden zamanla gelişir ve yaş alır, fakat olgunlaşma ve yetişmenin gerçekleşmesi ancak bireyin kendi seçimiyle mümkün olur. Bu yüzdendir; yaşları gelmesine rağmen yaşına ve sorumluluğuna hizalanıp güncellenerek olgunlaşmamış bireylerin madde/mana terazisinin kefeleri tutmaz, alıyorken vermeyi, veriyorken almayı deneyimleyemezler.
İnsan zihni tuzaklarla doludur, vermeden almayı arzular. Öyle ki hiçbir engele takılmaksızın “zaten, her şeye rağmen elde etmeyi, almayı” arzular. Bu onun çocuk kalarak ebeveynlerinden koşulsuzca almaya çalışmasının bir resmidir. Hayata da böyle yaklaşır; “ver ama benden bir şey isteme”. Verenlerin de, alanların da ortak noktası budur. Verenler almak için kendilerini, alanlar almak için başkalarını tüketirler. Bireysel olarak yaşanan ne varsa, toplumsal olarak da deneyimlenir. Bu durum, ekonomiye, doğaya, siyasete, diplomasiye kısacası tüm dünyaya birebir yansır. Vermek ve almak birdir, tıpkı nefes gibi verirken alır, alırken veririz. Almadan vermenin, vermeden almanın dengesi yoktur.
Tüketim, üretimle dengelenmedikçe doğanın da insanlığın da sonudur. Öyle ki üretim, tüketimi kullanıma dönüştürmek, kaynakları ortaya çıkarmak ve ihtiyaç olanı yetiştirmektir. Ve ancak bir yetişkin ortaya çıkarıp yetiştirebilir; gıdayı, kaynakları, bilgiyi, bilgeliği, teknolojiyi, sanatı, şifayı, üretimi ve kullanımı dengeleyecek olan geleceğin yetişkini çocukları.
11-12 yaşlarında başlayan soyut algı, ergenliğe giriş döneminin başlarında uyanmaya başlar. Bu dönemde birey kendini bedensel olarak ifade etmenin yanında manevi bir varlık olduğunu da keşfetmeye başlar ve sonrasında ergenlik dönemi boyunca 21 yaşına kadar cinsel bir varlık olma keşfini gerçekleştirir. Cinselllik, alma-verme/eril-dişil dengenin doğasıdır, bu yüzden tüm ilişkilerimizle birlikte iş/ilişkiler/yuva/sorumluluk/para dünyamızın da belirleyicisidir.
Yetişkin sözcüğü özünde “yetmek”ten gelir. Yetmek, yetişmek, yetişkin, yetenek, yeti, yeterlilik, yetkinlik… Bir çocuk elbette kendine yetemez, kendi gücünü ebeveyn desteği olmadan sağlayamaz. O biriciktir, biricikliğini karşılıksız olarak deneyimlemek ve görmek ister. Bu bireysellik, yetişkinin anlayışındaki bencillikten çok farklıdır. Bu yüzden kırgın çocukluğumuzdan özgürleşmek, duygusal yaralarımızı sarmak ve yüklerimizi bırakabilmek, sadece ruhsal dünyamız için değil, maddi dünyamız için de elzemdir. İçimizde ne oluyorsa dışarıya yansıyan da odur. Bencilce savunmalarımızı bırakarak tecrübelerimizi biricikliğimiz ile buluşturup, hayatımızı maddi ve manevi dengeye getirmek, insan olmanın hem bireysel hem de kollektif sorumluluğudur.
Zihnimizdeki/dünyamızdaki alma-verme dengesizliğini kendimize özel rehberliği alıp çalışarak, hayata ve ifadelerimize geçirerek sağlayabiliriz. Bunu sağlamanın yolu bedenimizden, yeteneklerimizden, işimizden geçer. Para, bu bilincin karşılığıdır. Yetişmek bedene bırakılmayıp zihinsel bir seçim yani sorumluluk olduğunda, bu seçimin dünyadaki karşılığı bolluk ve berekettir. Olmadığında ise bu seçim bedene yani dünyevi olana yüklenir, karşılığı zam olur.
Evren daima doğaya aykırı, bozuk olan her şeyi dengeye getirmeye, onarmaya, telafi etmeye yönelik bir düzen kurar. Zamlar, insanın yaş almış bedenini olgunlaşmamış bir ruhla sürdürmeye olan ısrarının, bir yetişkin olarak sorumluluk almayı ve yetiştirmeyi seçmek yerine harcama ve tüketmeye olan bağımlılığının dünyadaki karşılığıdır.
İnsan uyanmalıdır; önce dünyaya uyandığı gibi şimdi de önce kendisine, sonra ruhunun bir yansıması olarak yeniden dünyaya bakmalıdır. Kaynağın bir parçası olarak hiçbir zaman yetersiz olmadığına, yaratılışı ve varlığı vasıtasıyla daima tam ve mükemmel olduğunun bilincine gelmelidir. Gelecektir de…
Sevgi ve Nefesle.
Etiketler: alma verme dengesi, beden zihin ruh, bereket, denge, dönüşüm koçluğu, ilişkiler, nefes, para, para koçluğu, yetenek, zam