Demek ki onları atabilmek için içini körleştirmeyi göze almışsın.
İçini kararttığında görünmez mi sanırsın, bak bakalım her rengin üstünde kara değil mi en görünür olan?
Affetme kibrine de girme sakın, odur en çok canını zorlayan. Asıp kesen sen olamayacağın gibi, affedebilir olan da sen degilsin. Sen mi takdir edeceksin, zira Tanrı’yı oynamak canını yaralar. Karşındakine vermek istediğin cezayı Tanrı’ya vermek istemendendir acın.
Soruyorsun “nasıl olacak?” İçini sağaltarak, boşaltarak, yeniden bakarak, deneyimleyerek, bütünleyerek, kurban değil kendin olma, kindar değil masum olma seçiminle olacak.
Akla karanın, tatla tuzun arasındaki ince çizgidedir samimiyet; temas ama özgürlük, bağ ama bağımsızlık -görünmeden hep var olan o çizgide.
Varlığın anbean o çizgide akar. Sende olmayanı göremez, sende olmayanı taşıyamazsın. Bu yüzden kaçmak istediklerine bir kör kuyu yapıp bile bile içine atar, çizginin dışına çıkıp darlık çekersin.
Hem kaçıp hem tutmak niye? Bırak açılsın, bırak sağalsın. Sarıp tutmayı bıraktığında görecek ve değeceksin, değdiğinde hissedeceksin. Hissettiğinde bileceksin kendini. Hem sıkı sıkı tutunup hem kaçtığında değil, bıraktığında serbest kalır ancak.
Yüklenip taşımayı da kaçmayı da bırak, yumuşacık bir temas her şeyi değiştirir. Çıkar kimi koyduysan içindeki cehennem kuyusundan -ki yer açılsın cennete. Çünkü cennet, içinde layığı ile onu yeşertenindir.