Gerçeğin muhasebesini yapmak zordur, bu yüzden sahte benliğinin sahte getirileri ile oyalanırken insan, hakikâtte neyi kaybettiğinin farkında olmamayı seçer. İş kendi yarattığı cehennemin içinde yanmaya geldiğinde ise işten geçmiştir artık.
Mesele doğaya uyumlanmak ve ondan beslenmekken, onu tüketmeye, bitirmeye evrilmiştir. İnsan sevildiğini bilmediğinde ölüm içgüdüsü yaşam içgüdüsüne baskın gelir, o sadece saldırır, beslenmez, tüketir.
Beslenen insan, nefes alır. Besler, besleyerek büyür, büyütür, büyüttükçe beslenir. Ancak o zaman nefesi verebilir.
Tüketen insanın nefesi kesiktir, bu yüzden o keser. Hem de her şeyi, sesi, sözü, gülüşü, yaşamı tam ortasından böler. O ayrı ve dışarıda hisseder. Onun yüzü yaşama değil, ölüme dönüktür. Onun muhasebesi gerçeğin değil, sahtenin, tüketimin, yokluğun, sevildiğini bilmemenin muhasebesidir.
İşimiz nefes almayı değil, onu vermeyi öğrenmektir. Zira nefes her an bize sunulmaktadır. Sorumluluğumuz onu nasıl kullanacağımızı, nasıl değerlendireceğimizi, neye yönlendireceğimizi ögrenmektir.
Bugün ve bundan sonra sevildiğini bilmenin, sevmenin sorumluluğunu alma vaktidir. Dışarıda kendini yalnızlaştırmanın değil, özgürce yaşama katılmanın zamanıdır. Kesilen her bir nefes, bir değil binlerce yaşamken; nefes almayı ve vermeyi, O’ndan beslenmeyi ve değerlendirmeyi öğrenmenin vaktidir.
Rızk, kaynak enerjidir. Hala bende yok almalıyım diyorsan, sen de beslenmeye değil kesime, tüketime ve yokluğa katılıyorsun demektir. Hala laftaysan, bir başkası üzerinden şikayetleniyor eyleme geçmiyorsan, sevgiyi iradene katmıyor cesaret etmiyorsan, kesilen her bir daldan sorumlusun demektir.
Derin nefes al, kendine gel, toprağına, nefesine, canına, diriliğine sahip çık. Senden başka kimse sahip çıkamaz, çıkmayacak çünkü.